Aslolan Hayattır

Neden aşkların en güzellerinin yazılmış mektuplarda, yakılmış türkülerde, söylenmiş şarkılarda olduğunu düşündünüz mü hiç? Louis Aragon desem size, aklınıza gelen ilk cümle olacak muhtemelen: “Mutlu aşk yoktur.” Mutsuz yakın tarihe bakın, göreceğiniz; Aşk’ın, tek taraflı oluşuna değil, karşılıklı olmasının bi’ şekilde engellenmesine dayandığıdır. Erişememenin, ulaşamamanın, buluşamamanın, yan yana gelemeyişin dünya kadar çeşidi çıkar karşımıza. Tüm hikayelerde hayat, düğümünü atar, birbirine adım atmaya çalışan âşıkların yollarına kocaman taşlar koyar, yolu yokuşa sürüp çekilir kabuğuna, Calvino’nun deyişiyle “çapraz yazgı”larını izler. Efsaneleşebilmek her zaman aksiyona bağlıdır. Askıda kalma, belirsizliğe sürüklenme, yanlış anlaşılmalar, iletişimin çeşitli sebeplerle kopması, kavuşabilmenin ertelenmesi veya tamamen kapanması için durmadan yeni denklemler öne sürülür. Yaşamınızın yönünü iki korkunç faktör belirler: Biri aşk, öbürü ölüm. Ayırır her ikisi de. En ilkel zamandan beri, Aşk’a dair temel bakış açısıdır bu: Aşkın ölümü, bir araya gelindikçe hızlanacaktır. Batıda da doğuda da, mutsuz aşkların tarihinin yazılmış olduğu çarpar göze. Leylâ ve Mecnûn, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Hüsrev ile Şirin, Yusuf ve Züleyha, Romeo ve Jülyet, Heloise ve Abelardus, Portekizli Rahibe ve sevdiği adam, Don Juan’ın ya da Casanova’nın tüm serüvenleri, bütün Tristan ve Isolde versiyonları, Carmen ve Don Jose, hep de aynı kara tabloları çıkarır karşımıza. Beatrice’nin Dante’sinden “Makber”in şairine, Nerval’ın “Sylvie”sinden Halid Ziya’ya değişmez bu gerçeklik. Fakat bu tezin en önemli ispatı Nazımdır kuşkusuz. Onun, hep uzağındaki kadınları sevdiği söylenebilir. Piraye ile 1935'te evlendi. Ertesi yıl tutuklandı. "Adını kol saatinin kayışına tırnağıyla yazdığı" Piraye idi o ve tam 15 yıl mektuplaştılar. 17 yıllık ilişkileri boyunca yazılan 581 mektup sonradan derlenip kitap oldu... Nazım, karısına şöyle yazıyordu: "…Seni nasıl seviyorum biliyor musun? Ot yağmuru nasıl severse, ayna ışığı nasıl severse, balık suyu ve insan ekmeği nasıl severse, sarhoşun şarabı, şarabın billur kadehi sevdiği gibi, annenin çocukları, çocukların anneleri sevdikleri gibi, Lenin'in inkılâbı ve inkılâbın Marx'ı sevdiği kadar, velhasıl seni Nazım Hikmet'in Hatice Zekiye Pirayende Piraye'yi sevmesi gibi seviyorum…” yine O mektuplardan birinde Nazım, "…Çıkarsam ve sana kavuşursam, bu öyle dayanılmaz bir saadet olacak ki, gebereceğim diye korkuyorum…" diyordu. Oysa öyle olmadı. Gerçekten dayanılmaz bir saadet oldu. Uzun süre aç kalmış biri yemeği bulunca daha ikinci lokmayı aldığında kesilince ne hissederse onu hissetti Nazım. Aşk bitti ve ayrıldılar. Nazım yeni bir aşkın tam ortasındaydı... 1949'da Bursa cezaevindeyken dayısının kızı Münevver’e tutulmuştu. Boşandığı yıl Münevver'den bir oğlu oldu 1951’de. Yeniden hapse gireceğini öngörünce yurt dışına gitti. Vatandaşlıktan çıkarılmasıyla yeniden başladı -üzerinde Münevverin adresi yazılı- hasret mektupları... Lâkin hasret bitince bitti aşk. Nazım yeni bir aşktaydı çünkü...1959'da Vera ile evlendi. 1963'te öldü. Nazım’ın bu durumu mesafeler aşkın en önemli sigortasıdır dedirtir. Şöyle diyordu Pirayeye yazdığı mektuplardan birinde: "Canım karıcığım. Birbirimizden uzak olmak, birbirimize sokulamamak ne korkunç şey, fakat bu korkunçluğun ne tuhaf, ne acı bir tadı var." En çok bu tadı sevdi Nazım... Onun sevdiği, kadınlar değil, sevme eylemiydi... Piraye, Münevver, Vera ve diğerleri sadece nesnesiydi o sevginin; özne oldukları an değiştirdi onları... Ona aşkı dizelere dökebilmek için bahaneler lâzımdı... Son şiirlerinden birinde, "üstümüze yazdıklarımın hepsi yalan" dedi, "Onlar olan değil, olmasını istediklerimdi aramızda..." sevmeyi yazmayı, sevmekten daha çok sevdi... Bütün bu aşklarını da şöyle özetleyebildi. "Aslolan hayattır." Klâsikler, Romantikler, Simgeciler, Gerçekçiler, Gerçeküstücüler, İdealistler, Modernler, Post-Modernler Aşk’a bakışı kendilerine göre değiştirirler ama doğasına dokunamazlar pek. Hepsi de Rougemont’u haklı çıkarır en nihayetinde: “Mutlu Aşk’ın yazılı tarihi yoktur.” Mutsuz aşk, Aşk olarak varlığını devam ettirme şansı verir; mutlu aşk, Aşk’ın ölümünü hazırlar. O yüzden “onlar ermiş muradına” ile biter bütün hikayeler, Mutlu aşkta yazılacak bir şey bulunamamıştır çünkü. Peki siz yaşıyor musunuz mutlu bir aşk, ya da var mı etrafınızda gerçekten mutlu aşklar? Artık daha bir eleştirel bakın aşkınıza ve çevrenizdeki aşklara, mutluysanız kıymetini bilin, değilseniz bozulmayın. Unutmayın “aslolan hayattır.”

arıKariyer Temmuz: Yapay zekâ kurtarıcı mı, kopyacı mı?

KIM101/E dersinde kartlar yeniden dağıtılıyor

İTÜ yaz okulu ücretleri belli oldu, kontenjanlar saniyeler içinde doldu

Dünya sıralamasında İTÜ ilk 300'ün içinde

İTÜ’de ödül töreni tartışma yarattı: İntihal suçlamalı akademisyenlere ödül verildi