Bir tanımlaması olması gerekir… Formülünden bahsetmiyorum bile… Bunlar olmasa bile yokluğunu kabul edemeyiz… Bunlar olsa bile varlığını kabul edemeyeceğimiz gibi… Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz aslında. Mantığın kabul ettiğini bilim reddediyor, bilimin kabul ettiğini mantık almıyor. 20 yıldır aralıksız okuyoruz ama hala hiç bir şey bilmiyor gibiyiz. Bugüne kadar yanlış mı öğrendik? Ya da bize öğretilenler yanlış şeyler miydi? Öğrendiklerimiz neye yarıyor?
Güzel bir şarkı sözü gibi “bize okuma yazma öğretmiyorlar”. Tıpkı öncesinde “bize sadece silahların yaptıklarını öğretiyorlar.” sözleri gibi. Fizikte, kimyada, biyolojide, tarihte, edebiyatta, diğerlerinde; sanki silahların yaptıklarını, silah yapmayı öğretiyorlar. Her sınıf atladığında daha karmaşık silahları öğreniyorsun, daha fazla insanı öldürecek silahları… İpin ucundaki hedefe ateş edince periyodunu hesaplatırlar, bombaların kimyasal tepkimeye girmesi için gerekli enerjiyi, hangi silahların insan vücudunda nasıl etki yaptıklarını sorarlar, atalarımız zamanında adam öldürdü derler, öldürenler ve öldürülenler için şiirler yazarlar… Evde çocuklarının karnı doysun diye çift vardiya çalışan bir babaya şiir yazmazlar, yazsalar bile kimse bilmez… Kimse geçmişteki mutlu insanları bilmez… Sana silah yaptırırlar…
Yaptığın silahları kullanınca seni cezalandırıyorlar, ama kendileri binlerce belki de milyonlarca insanın ölüm emrini verdiklerinde kahraman oluyorlar. Kilolarca metalleri, plastikleri üzerimize dolduruyorlar… Ardından tek kelime “ileri”… Dünya binlerce yıl geriye bile gitse attığın adımlar yüzünden “ölene kadar ilerle”… “Yerden silahını al ve ateş et”… “0 derece doğu, 0 derece kuzey” dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz.
Dinlerimiz için “dinsizlerle” savaştık, ama hiç hesaba katmadık “siperlerde ateist yoktur”… Ten renklerimiz için savaştık, özgürlüğü “gökkuşağı”na benzeterek… Toprak için savaştık, ama şimdi onu işleyecek çiftçimiz yok… Ürünlerimiz mi? Etrafına bak; her yerde savaş isteyenleri göreceksin…
Hepimizi kandırdılar, sen doktor olacaksın, sen hemşire olacaksın, sen itfaiyeci olacaksın diye… Hayatları kurtaracağımızı sandık… Hepimizi kandırdılar, yapacakların insanlık için olacak, yapacakların güzel bir gelecek için olacak, yapacakların çocuklarımız için olacak diye… Yarattıkları vahşetin pisliğini temizleyeceğimizi sandık… Hepimizi kandırdılar, kuş resmi çiz, ağaç resmi çiz, el ele dolaşan anne-baba-çocuklar çiz diye… Meğer yok etmek istedikleri şeyleri daha iyi tanımak istiyorlarmış…
Gençler öldü, ihtiyarlar konuştu… İnsanlar öldü, silahlar konuştu… Ölen öldüğüyle kaldı, kalan sağlar konuştu… Hala anlamını çözemedim, “yaşamak için öldür”. Sanki birbirimizin etini yiyormuşuz gibi… “barış istiyorsan savaşa hazırlan”, sanki başka yolu yokmuş gibi…
Bize alfabeyi öğretmediler, bizden sonrakilere öğretmeyeceğimiz için… Bize insanlara yararlı olacak şeyler öğretmediler, işimize yaramayacağını bildikleri için… Bize sevgiyi öğretmediler, karşılıksız sevemeyeceğimiz için…
Biz aslında hiç olmadık… Doğar doğmaz bizi öldürdüler… Okula giderken bizi öldürdüler… Oyun oynarken bizi öldürdüler… Tıpkı bir zamanlar ilk olarak “sıhhiye”leri öldürdükleri gibi… Biz aslında hiç olmadık… Oyuncaklarımız bile silahlardı, oyun oynarken arkadaşlarımızı öldürdük… Öğrendiklerimiz silahlardı, eve gelir gelmez ailelerimizi öldürdük… Bir gün gözümüzü açtık savaşı bitirmek için… Savaşın sonunu görmek için daha fazlasını öldürdük… Ama hiçbirimiz anlayamadık, “sadece ölüler savaşın sonunu gördü”…
Ercüment SUCU
Geomatik Mühendisi
“Paralı Asker”