Nam-ı Diğer Ölüm

21yy’ın hiper hızlı fiber optik kabloları gölgesinde öyle bir geçiyoruz işte hayattan. Soyutluk o denli çevremizi kapladı ki, başımız dönmüş bir halde, kaymış gözlerimizle ölümsüzlüğü gördüğümüzü bile iddia edebiliyoruz. Zaman hiç bu kadar sıkıştırılmış yaşanmamıştı, hiç bu denli baskı oluşturmamıştı insanoğlu yaşamı üzerinde.Halbuki ayaklarını yerden kesemeyen yer çekimi bağımlısı yaratıklarız biz. Anlık heyecanlarımız dışında unutamıyoruz bazı bitişleri..Zıplasak aynı yere düşünüyoruz, uçmak istesek hayalden oluşturulmuş kanatlarla mekanikleşiyoruz. Etrafımızda kopmayan jelatimsi bir ağ var, itelesek de çekiştirsek de sınırlarımız hep belli. Beş karış yukarı beş karış aşağı iznimizle dolaşıp duruyoruz bu yapış yapışlıkta. Öyle ya, ölüm ya mutlak bir bitiş ya mutlak bir başlangıç gibi geliyor bu kısıtlar dünyasında..Öldükten sonra ne olacağı, kimin hangi inanca göre nasıl şekilleneceği bu yazıyı ilgilendirmiyor . Merak edilen soru şu: Bir gün size gelinip, nasıl, nerede ve ne zaman ölmek istediğinize dair bir seçim şansı verilse.. Neleri seçerdiniz? Bazı sağlık uzmanlarına göre en korkunç ölüm tiplerinden biri boğularak ölmekmiş.Ciğerlerine su zerreleri hücum ederken an be an bu tıkanıklığı hissetmek.. İnsanın sorası geliyor, acaba yaşam denilen şey de oksijen boğulması kaynaklı ölesiye bir hastalık olmasın sakın.. Bir tür bağımlılık sanki yaşam, keyif vermeyeninden.. Ya da yanarak ölmek..Tamam kimse kolay kolay bu iki türü seçmez herhalde. O zaman geriye merak uyandıran bir şey daha kalıyor: İntihar. İntihar, hayatı durdurma tuşunu arama gibi duraksız bir çabanın şekillenmiş sureti. Hayat denilen ve pek çok yönetmen tarafından eş zamanlı şekillendirilen bu şahsına mühnasır filmde, tuvaletiniz bile gelse durduramadığınız bir süreklilik,zorunluluk .Hem izleyicisi hem oyuncusu hem de ara sıra yönetmeni olabildiğiniz bir senaryo bu. Biraz esnek, biraz öylesine, biraz bencil bir metne sahip..Ve bu metin yüksek sesle okunup; siz onu oynar,izler ve oynatırken; sorunlarınıza, neşelerine, geçmişinize, anlamsız hayat parçacıklarından anlamlı bir bütün oluşturma sorularınıza kadar her şeye işlemiş pis bir koku yayıyor bu devamlılık. ‘Dur!’ tuşunu bulma çabası sanki intihar denen şey ve çoğumuz ya bu kadar cesur değiliz ya da henüz deliliğimizi tescillettirecek kadar itinalı yaklaşmadık kendimize. Sonuçta, sonu belli olmayan bir labirente girmekten farksız geliyor kesik bilekler, derin ilaç komaları ya da yüksek irtifa kaybı sonucu sert beton çarpışmaları. Bu durumda ölümü huzurlu bir son olarak mı arardık? Sorusu kaplıyor çevremizi. Çayımızı içip, Pazar gazetelerimizi okuyup, sallanan koltuğumuzda ‘hık’ diye gidivermek.Ya da en kolayı, uykudan uyanamamak. Belki de tam tersine ölümü hissetmek isteriz: O zaman bir menü kalp krizinin sancılı kopuşları ya da kanserin lime lime sancıları alınabilinir. Sizce bu anlarda yaşamı sever miydik? Ölüm gerçekten de birinin elindeki son koz gibi mi duruyor varlığıyla? Yaşamı sevmezsen ağzına acı biber sürerim bakışları var çevremizdeki ölüm haberlerinde. Ah’lamalar, yazık oldular kaplıyor çehremizi ve uzak bir diyarda bizi bekleyen sadık aşığa olan sevgimiz gibi olur ölüme olan yarlığımız. ‘Beni sevsin ama benden uzak dursun‘ sevgisi. Ölüm gibi sevebilmek ne güzel olurdu değil mi? Öldüresiye sevmek ölümlüleri.. Ölümün türünü belki de yazı-turaya bırakırdık. Peki ya ‘yer ve zaman?’ Soğuk bir mart gecesinde mi, İtalya’da mavi pencereli bir Akdeniz evinde ıhlamur kokuları arasında mı; kanlı bir patlamanın orta yerinde zırhsız kalarak mı, yağmurlu bir Karadeniz sonbaharında nemli yaylalar gölgesinde mi;bu yazıyı okuduğun yerde mi yoksa çocukluğunun geleceğini hayal ettiğin o tavan arası hapishanesinde mi? Nerede ölmek isterdin..Ne koksun isterdin havada, güneş nerede olsun, gece nerede,ay nerede.. Bulutlar nasıl sıralansın, son görüşün neleri yansıtsın retinanın yalancı alıcılarına, rüzgar nasıl essin seni pohpohlarken, fırtına nerende kopsun, zihninden yayılan karıncalanmalar bedenini ne kadar esir alsın? Ölüm denen şeye ne kadar anlam yükle o anda? Nerenden çıksın ruhun, gözlerin nereye baksın son kez, parmakların neleri tutsun gözlerin veda ederken yalancı bir palyaçolar sirkine? Kaybedeceğin yeteneğin ne olsun kapılar kapanırken gösterinin son perdesinde? VE zaman ne zaman gelsin zamansızlık diyarından? Gözlerinin kenarında kaç çizgi olsun, o güne değin kalbin kaç kez tik-taklamış? Ciğerlerinin yüzde kaçı tükenmiş olsun, ellerinde kaç leke? Kulakların ne kadar duysun ölümü, gözlerin ne kadar seçsin geçiş tünellerini? Tenin ne kadar hassas kalsın sana dokunurken ölümsüzlük? Gezegenlerin dönüş seslerini duyabilmek mi mesela, karıncanın ayaklarındaki toz zerrelerini görebilmek mi? Güneş kaçıncı batışında seni teslim etsin hayat zindanından özgürlüğe? Duyularının ne kadarını bırak geride fidye niyetine? [i]Kaç altın takacaksın yüz görümlük olarak ölüm gelinine? Anılarının ne kadarını götüreceksin, ne kadar gözyaşı emanet bırakacaksın yeryüzünde? Dostlarına, sevdiklerine, aşklarına söyleyecek son sözlerin ne olurdu birer cümle hakkı tanınsa sana sanık sandalyesinde? Dokunabilir miydin senden kaçan gözlere? Ardında bıraktığın cesetleri taşır mıydın ellerin içinde? Hangi mevsimde ölmek isterdin mesela, kimler görsün ölümünü, kim son kez dokunsun tenine,nerede çürüsün bedenin, kim kulağına fısıldasın son kez ‘seni en çok ben sevdim ‘ diye. Saat kaç olsun, gün hangi gün, yeryüzü seni kaçıncı yılındaki maskene sokmuş olsun, sen hangisinde görünmek iste? Son kez kime sor 'saat kaç?' diye. Üzerine ne giymiş ol kefenden evvel, bir yangının toz zerresi ile yayılırken gün doğumlarına, kimlerin yüreklerine kor ol? Ölümün gerçekten bir rüyadan ayrılış gibi mi olacak , ölünce cidden bu oyun duracak mı? Titreyen mürekkeplere inat, bir rüzgar esecek de kurutacak mı tüm yazılanları? Soru işaretlerinin en kıvrımlı yerleri açılabilecek mi cevaplarla? Nasıl öldüğün fark edecek mi cidden? YA da her şey o mesleğinden yorulmuş, iki kuruşa geçinen hemşirenin dediği gibi mi olacak?.. ‘Sinek ısırmış gibi..’

arıKariyer: Mayıs 2025

19 Mayıs’ta gençlik ve başarı: İTÜ spor takımları zirvede

İTÜ'den Boğaziçi'ne destek: "Tarikata barikat kahrolsun şeriat!"

İTÜ spor takımlarından şampiyonluk ve madalyalarla dolu sezon

Öğrencilerden 11. yılda tepki: “Madenler Ölüm Kampı Olmasın Diye Soma’yı Unutmadık”