Şimdi gözlerinizi kapatın
ve
okumaya devam edin.
‘Paradoksal bir cazibe’ oluşuyor değil mi? Tıpkı biz uyurken olduğu gibi!
Paradokslar sorularla başlar ya, biz de en azından bir kez sormuşuzdur kendimize ‘ Niçin uyuyoruz?’ ya da ‘[b]Bedenimiz buradayken, o içinde bulunduğumuz yeri nasıl tanımlayabiliriz?’ diye.
Hadi biraz açalım bu paradoksu:
Günde ortalama 6 saat uyuyan bir insan için, tüm yaşamın yaklaşık dörtte biri uyuyarak geçiyor. Uyku temel olarak iki aşamadan oluşuyor ki, bunlar tıp dünyasında ‘yarı bilinçli’ ve ‘bilinçsiz’ olduğumuz evreler şeklinde tanımlanıyor. Yüzyıllardır uykunun üzerine yüklenen geleneksel anlamlarla ve tıp dünyasının terimsel açıklamalarını kenara bırakırsak geriye olayın biraz çetrefilli kısmı kalıyor. Şunun gibi: İnsan ırkı neden sürekli uyanık kalacak şekilde yaratılmadı ya da bu ırk, sürekli uyanık olsaydı doğanın hangi sırlarını çözebilecekti ?
Tüm bu bilinmezliklere rağmen bilinen en temel şey, uykunun zihin için bir süzgeç, beden içinse bir tür ‘yeniden dolum’ aleti olduğu gerçeği. Yine de uyku sadece bir tür biyolojik dengeleme aracı olmasa gerek. Mesela bu evre, kimine huzur veren bir hamak, kimine kabuslarla dolu bir gecenin sabaha vuran sıkıntı dalgaları olabiliyor… Laktik asit ile birleşen bir biyoloji oyunu ya da mitoloji de ölümün kardeşi de . Ölüm mü? Durun daha oraya gelmedim.
Uyku, sebebi bulunamayan bir hastalık olabilir mi, yoksa Nietzche’ nin de dediği gibi en büyük erdem mi? Vakit kaybı mı (atalım gitsin hayatımızdan), yoksa hayallerin gerçek kılınabileceği bir ütopya ülkesi mi? Sanatçıların titreyen ruhlarının birer umursamaz seyyah olarak gezindiği yer, orası olabilir mi? Geceyi yenen ve uykusunu kendisiyle bile paylaşamayacak kadar bencil olan insanlar… Uykuda bir şey düşünülemez ya, sanatçıların düşüncesizliği bundan mı kaynaklanıyor acaba? Sanatçılar… Hani evrime asilik eden bir tür uyurgezer ırk! Neyse geçelim onları…
Uyku çift cinsiyetli olabilir mi mesela? Hani sağı solu belli olmayan rüyaları içinde barındıran dişilikle, seni iradesi ile kendine çeken erkeklik arasındaki bir yerde duran cinsiyetten… Onun sizi yenmesinden nasıl da zevk alırsınız halbuki! Ona teslim olmak ne güzel bir baldır ağzınızı tatlandırır, ondan ayrılmak nasıl bir yapış yapışlıktır bataklık gibi çeker sizi kendine. Kendinizi bırakmışsınız, uykunun tatlı derinliğine dalıyorsunuzdur… Dışarıdan size gelen herhangi bir ses, sizi ince bir ipten geçirerek çekerken bedensel dünyaya, nasıl da garip bir his kaplar sizi! Mutlu musunuz bu mayışmışlık içinde, yoksa için için kızıyor musunuz o ‘sese’ sizi uyandırıyor diye? Halbuki maddesel yokluğun en katılaşmış halidir uyku. Hafızasız bir zamansızlıktır. Unutkan bir aşığınızdır uyku, ne sizi hatırlar ne de kendisini. Uyku , ‘an’lardan oluşan bir filmin dahi ve asabi yönetmeni, aynalardan kaçan kül kedisinin vuslatı, ana kucağına yatan o çocuğun saf kokusu, imkansızları imkanlı kılan idealist bir öğretmen, kalp atışlarını kalemiyle dinleyen bir doktor, kalemini kıran bir yazar, kaçışların göbekli dedesi, akamayan gözyaşlarının vefalı ninesi, bilinçaltının kapağını aralayan efendisidir!
Bir yerde diyordu ki; uyuyan birini seyretmek size gelmemiş bir mektubu açıp okumaktır. Neden acaba?
Artık en baştaki paradoksa dönelim biraz. Gözlerimizi kapattığımız halde görebildiğimiz bir dünyaydı ya orası. Hani uyuduğumuzda ait olduğumuz dünyadan bahsediyorum. İşte yaşam denilen şey de, burası ile orası arasındaki bir çıkar savaşı olmasın sakın? Gözlerimizin karanlığı ardında sakladıklarımız ile ölesiye saklandıklarımızın savaşı ya da..Hangi dünyanın daha ‘gerçek’ olduğunu kim kanıtlayabilir ki? Şu an bir uyku içinde olduğumuz, uyku dediğimizin ise ‘gerçek’ olduğunu bir düşünsenize.Öyleyse ’Gerçeği’ ne kadar da az biliyoruz,ona karşı ne kadar da zayıfız…Avatar filmini izleyenler anımsarlar; neresi daha gerçek geliyorsa orası mıdır bizim ait olduğumuz yer, yoksa sakat yaratılmış da olsak maddiliğin daha gerçek olduğu zamansal dünya mı? Sahi siz hangisini tercih ederdiniz? Burayı mı, orayı mı?
Gözlerimizi kapatmış bedenimizle burada iken, aynı zamanda titreyen göz kapaklarımızın karanlığı aydınlatmasıyla orada mıyız? Bilinçli miyiz, felçli mi? Kullanıyor muyuz, kullanılıyor mu? Aslında ne kadar da savunmasızız; bedenimiz bir bitki, ruhumuz bir göçebe iken? Uyku bizim serseri bir arkadaşımız mı yoksa? Zamanın olmadığı diyardan gelen, bizi ‘an’lar boyunca mutlu eden, başka boyutlara götüren, sonra da vakti dolunca ansızın çekip giden bir arkadaş..Bir türlü tanımlayamadığımız ,anlamlandıramadığımız o yoldaş.. Bizi alıştırdığından daha az ziyaret ederse; ona özlem dolu bir halde kızarız, çok ziyaret ederse; bizi mayıştırdığı , zamanın olduğu dünyada bizi hareket edemeyecek hale getirdiği için yine kızarız.Uyku varlığına kızdığımız şey mi yoksa? Halbuki gece tekrar gelecekti en doğal haliyle…Hatta öyle ki, biz ne zaman istesek o gelebilir maskeleriyle.Gündüz güneş en tepede iken bile..O zaman uyku bizim her an var olabileceğine güvendiğimiz maskeli yanımız mı?
Uyurken, sorunlarımızdan kaçmak için başı kuma gömme metodunu mu uyguluyoruz yoksa kendi kendimizin psikologu olup iç savaşımızda gazi olmak için mi didiniyoruz?
Uyku sarhoşluğu diye bir deyimin var olması ya da uyumanın harfsel karşılığının alfabenin son harflerinin yan yana geldiği ‘Zzz’ olması sizce de ilginç değil mi? Uyandığımız an mesela… Gelişleriniz nasıl? Güler yüzle mi karşılıyor sizi evren… Şerefe dediniz mi uykuya dalmadan evvel? Uyuduğunuzda sarhoş olacak kadar mıydı kadehlerinizin doluluğu? Bu ılık handaki molalar sizi yoruyorsa, seyyaha kendinizi bırakmadığınız için mi acaba?
Hayyam diyor ki;
Uyumuşum; rüyamda akıllı bir insan
Dedi: Sevinç gülü açmaz uykuda, uyan;
Ne işin var bu ölüme benzer ülkede?
Kalk, şarap iç, sonsuz uykulara dalmadan.
Belki bir gün anlayabilirsek ‘Uyku aslında bendim’ gerçeğini, onu yönetmeye başlayabiliriz. Ölümü yönetmeyi.. Sarhoşken ayık olmayı, seyyahken hancı olabilmeyi, zamansız ‘an’larda var olmayı, sanatçılarla notasız ve rotasız dans edebilmeyi.. Öyle olurduk ki, karanlıkta gören gözlerimizle en güzel müzikleri biz bestelerdik nota diyarımızda. Uykuyu yönetebildiğinizi düşünsenize, hangi gül açmak istemez ki bu melodik bahçede? Hangi ölüm sizi ayık tutabilir bu deliler diyarında? Hangi paradoks kapalı kalabilir ki, sen gözünü yok edip, soru işaretlerin açık uyumayı başardığında?
F.Sibel Ağlamaz
[email protected]