İlk Aşk

Bahar yine beraberinde getirdikleriyle hissettirdi varlığını. Güneşli sabahlara uyanmak, renk renk açan çiçeklerin yarattığı o eşsiz güzellik, kuşların, böceklerin söylediği mutluluk şarkıları kaynatmakta hepimizin kanını şu günlerde. Havanın genel itibariyle insan psikolojisi üzerinde etki yaptığı bilinir belki ama baharda yaptığı olumlu etki daha fazla hissedilir. Kasvetli bir havanın yaptığı depresif etki nispeten daha az önemsenir. Öyle bir büyüsü var ki baharın insan üzerinde herkesi aşık olmaya “itiyor” aynı zamanda. Aşkın ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmayanı bile “bu bahar bana aşk getirsin”, “bu bahar aşık olmak istiyorum artık ben de” diyor, neden getirsin ki diye sorsan mantıklı herhangi bir cevap veremeyecek olsa da. Bahar dönemleri insanların aşkı en çok aradıkları, dillendirdikleri ve böylelikle en “ucuzlattıkları” dönemler olur hep. Dört bir yanda aradığınızda, her yerde istediğinizi sözel olarak ifade ettiğinde, sahip olunacakmış gibi bir şey olduğu düşünce yapısına sahip olmak bile aslında aşktan ne denli uzak olduğumuzu, onu ne denli “tanımadığımızı” gösteriyor. Keşke, adı söylendiğinde, çıkıp gelecek kadar uslu bir çocuk olsaydı, var olduğunda küçük dünyalarımızın en büyük rengi, yokluğunda o küçük dünyayı daha da küçültüp, sevimsiz ve yaşanmaz hale getirebilen duygu aşk. Üzerine söylenecek çok şey olan ilk aşklar üzerine olacak bu yazı. Son dönemde çevremde çok fazla dönüp duran bir mevzu olması nedeniyle. Herkesin bir ilk aşkı olmak zorunda değil belki, aşkla henüz tanışma şansına sahip olamayanlar bir tarafa, aşk meleğinin okunu bir şekilde vücudunun herhangi bir yerinde hisseden “şanslı” azınlık için hayatlarının en önemli mihenk taşlarından birisi o okun saplanmasına neden olan karşı cins olsa gerek. Kendisine daha önce hiç hissetmediği şeyleri hissettiren, bir anda hayatının tam merkezine oturup, insanı, kalbinin bir başkası için de atabileceği gerçeğiyle yüzleştiren bu insanı kabullenmek kolay olmaz hiç kimse için başlarda. Daha önce varlığından yalnızca kulaktan dolma bilgiler ışığında haberdar olduğunuz ama karşılaşmadığınız bir dünyanın kapısından sizi içeri sokan bu durumu kolay kabullenmek zor olurdu kuşkusuz. Hiç unutul(a)mayan, sonrasında insanın hayatına giren tüm kişiler için bir karşılaştırma baremi oluşturan, bir süre sonra içeriden çıkmaması artık pek sorun edilmeyen, varlığı doğal karşılanan kişilerden bahsediyorum. O kişiyle bir şeyler yaşamış olma durumu da, hiç yaşanmamışlığın, var olmamışlığın var olduğu durumlarda da temelde pek farkı olmayan, kalbinizde varlığıyla belli bir hacmi dolduran, zaman zaman şarkılarda, şiirlerde veya başka bir durumda kendini hissettiren, lifli bir yiyeceğin boğazınızda bir gıcık oluşturmasına benzeyen bir gıcığı kalbinizde oluşturan, hatta alkol almaya başlamadan hemen önce kafanızın güzel olma durumunda ona mesaj atıp sonradan pişman olmamanızın garantisini kendinize veremediğinizden size telefonunuzu tamamen kapattıran insanlar. Hatta bazen de onu tamamen kaybetmemek için hiç yaklaşmadığınız “eşsiz” insan. İlk aşkı, aynı zamanda tek aşkı olan ve onunla hala bir şekilde bir ilişki içinde bulunabilme "mucize"sine sahip olan insanlar dışında, ilk aşklar ya platonik olmuştur ya da bir şeyler yaşanmış ve bitip gitmiştir ama yalnızca teoride bitmiştir o. Yoksa hiçbir şeyin bittiği ya da gittiği yoktur hiçbir yere. Platonikse eğer pişmanlıklar yaşatmış, bir şekilde başlayıp bittiyse “keşke”lerin baş kahramanı, hayal kırıklıklarının merkezi olmuştur o. Bir insana, bir başkası uğruna her şeyi yaptırabilecek güç. Varlığından bir şekilde haberdar olmayı istediğiniz, tesadüfen bir yerlerde karşılaşmayı içten içe arzuladığınız ama belki de bunu kendinizden bile sakladığınızı fark ettiğiniz çoğunlukla. Ama karşılaştığınızda da kendinizi çok daha kötü hissettiğiniz (hissedeceğiniz) eksik parçanız. İskeleden uzaklaşan bir gemideki yolcu gibi her geçen an sizi ondan uzaklaştırdığını bilmenize rağmen zamanın, hala çok yakınınızda bir yerlerde hissettiğiniz. Kalbinizde. Sizde bıraktığı iz ile yaşamaya çoktan alıştığınız, onunla da onsuz da yapamamayı kabullendiğiniz durumun yaratıcısı. Bu kadar trajik mi derseniz, sanırım öyle. Birileri bunu bu şekilde ifade ettiğinde, durum bu denli vahim görünüyorken bu duruma bir neden bulmak zorunda hissetsek kendimizi; insan hayatına ne zaman ve nerede gireceği belli olmayan ve yaşamın geri kalan kısmını bu derece etkileyen “ilk” aşklar unutulmuyor demek ki mi demeli geçiştirici bir tavırla ve tümüyle onu kabullenip sorgulamaktan bile kaçarcasına. Yoksa, biz mevzu açıldığında kendimize ızdırap vereceğini bildiğimiz bu şeyi “kasten” hayatımızdan tümüyle at(a)mayarak, içimizde acıya sebebiyet verecek bir şeyler mi bırakmak istiyoruz, muhtelif zamanlarda kendimizi cezalandırabilmek adına, bunun da adına ilk aşk deyip? Bu soruya bir cevap düşünmeli belki de…

arıSanat: Haziran 2025

İTÜ'lü profesörden ses getiren paylaşım: "..bu nasıl bir enfeksiyon halidir?"

Mezuniyet tehlikede: İTÜ öğrencileri yaz okulu dersleri için dilekçe seferberliğinde

arıKariyer: Mayıs 2025

19 Mayıs’ta gençlik ve başarı: İTÜ spor takımları zirvede